KÜRTAJ
GİRİŞ: Yaşam her insanın Allah’tan edindiği en değerli veridir. Bir lütuftur. Yaşam
adeta evrenin en gizemli oluşumudur. Allah’ın varlığının capcanlı bir
kanıtıdır. Allah’ın yaşama bakışı oldukça hassas ve gizem doludur. Adeta bir
ressamın resmine, bir heykeltıraşın heykeline gösterdiği hassasiyet örneğinde
olduğu gibi Allah’ta yarattığı insanına, yaşama aynı hassasiyeti
göstermektedir. Bir bahçıvanın kendi çiçekleri ile ilgilenmesi onlara büyük bir
ilgi ile yaklaşması ve onlar hakkında kararlar vermesi bu örneğe bir başka
bakış açısı sunabilir. Bütün bunlarla anlatmak istediğimiz Allah’ın bize
eğilmesi, bizimle ilgilenmesidir.
Yaşamın sahibi yaşama çok büyük önem
vermektedir. Bir papatyanın mevsiminde açmasından tutun da, mevsiminde
ağaçların yaprak dökmesine kadar her şey uyum içinde yerli yerine
oturtulmuştur. Allah için yaşam çok önemlidir. O’nun yarattığı şaheserler
olarak yaşam bizim içinde çok önemli ve çok değerli olmalıdır. Çünkü yaşamın
kaynağı yaşamı böyle değerlendirmektedir. Bizim geldiğimiz kaynak böyle değerlendiriyorsa,
bizim de yaşamı aynı önemle değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu nedenle her
tehdit, yaşama yönelik her tehlike, yaşamı yok etmeye yönelik her adım çok
ciddi bir şekilde değerlendirilmelidir. Kutsal Kitap bize yaşama karşı saygı
duymamız, ona değer vermemiz için yeterli öğretileri sunmaktadır. Yaşam
Allah’tandır. Yaşamı yaratan Allah’tır. Allah yaratıcıdır. Allah Değerlidir.
O’nun yarattığı her şey sanat şaheseridir, hem değerlidir, hem de saygı
gerekmektedir. Bu zorunlu olduğumuzdan, kendi yaratılış doğasındandır.
İNSAN YAŞAMININ DEĞERİ
Kutsal Kitab’ın en önemli öğretilerinden
biri yaşamın değeri üzerine olan öğretisidir. Yaşamın değeri üzerine olan
öğreti incelendiği zaman, özellikle insan yaşamının Allah önünde çok değerli
olduğu kesin olarak görülmektedir. Bütün insan yaşamının değerli ve kutsal olmasının
iki önemli nedeni vardır.
1. ALLAH YARATICIDIR VE İNSAN YAŞAMININ TEK SAHİBİDİR
Allah yalnız dünyanın değil, bütün evrenin
yaratıcısıdır. Kendi sınırlı düşünce yapımızla her ne kadar algılayamazsak da
Allah’ın yaratıcılığı bilimin her adımında keşfettikleri ile gözlerimizin önüne
serilmektedir. O muhteşem yaratıcı evren içinde yarattığı dünya ile, dünya
içinde yarattığı insanla ve insanın içinde insanı oluşturmak için yarattığı
bütün sistemlerle adeta evren içinde evren yaratarak yarattıklarını da
şaşkınlığa düşürmektedir:
“Ve RAB Allah yerin toprağından adamı
yaptı, ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve adam yaşayan can oldu.”Yaratılış. 2:7
Bu ayette bize yaşamın ve ilk nefesin
Allah’tan geldiği anlatılmaktadır. Bu yaşamın yegane sahibi Allah’ın
kendisidir. Başlangıç ve Son olan Allah yaşam sahibi olduğu yaşamın
yaradılışını da çok güzel bir biçimde göstermiştir. O yerin toprağından adamı
yaptı sözlerinde bir çömlekçi gibi insana şekil verdiğini dile getirmektedir.
Toprakta kalsiyum ve demir gibi daha birçok madde bulunmaktadır. İnsan
vücudunda da bu maddeler bulunmaktadır. Yani insan toprak gibidir ve
yaradılışından yaşamının her noktası Allah’a döndüğü ana dek ve sonrası hep o
görkemli Yaratıcısının yetkisindedir. Kendisine ailesi ile ilgili üzücü haber
geldiğinde Eyüp bu gerçekle burun buruna gelmişti:
“Rab verdi, ve Rab aldı; Rab’bin ismi mübarek olsun.” Eyüp. 1:21
Elçi Pavlus’un Atina’daki sözlerinde de
aynı şeyi dile getirdiğini görüyoruz. Bu sözlere göre, Allah soluğun ve solukla
bütünleşen dipdiri bir yaşamın yegane sahibidir. Allah olmaksızın bizim
varlığımız söz konusu bile olamazdı. Allah vardır ve biz varız. O evrenin sahibi,
biz o evren içinde soluklandırılmış canlarız. Bu nedenle hangi dinden, hangi kökten, soydan, ırktan, sosyal durumdan,
eğitimden, başarı düzeyinden, yaştan (ya da insanların verdiği her ne düzey
olursa olsun) her bir insan kesinlikle Allah önünde çok ama çok değerlidir.
Yaşama ve özellikle insan yaşamına verdiği
bu değer bütün çağları etkileyen On Emr’in bir maddesi olan “Katletmeyeceksin” sözüyle de Allah tarafından iyice belirginleştirilmiştir.
İbranice’ye baktığımızda “öldürme” anlamına gelen yedi ayrı fiil bulmak
mümkündür. Özellikle Allah’ın bu buyruğunu insanlara ulaştırmak için kullandığı
sözcük kişisel düşmanların öldürülmesi anlamını içiren bir sözcüktür. Yani bu
sözcükte özellikle kasten, önceden hazırlayarak öldürme anlamı yatmaktadır. Yaşamın yaratıcısı ve
sahibi O olduğuna göre yaşama son verme yetkisine de sahip olacak ancak
Kendisidir. Hiçbir insanoğlu bir başka insanoğlunu öldürme yetkisine sahip
değildir. Yalnız belli suçlar nedeni ile insanın yasalar tarafından ölüm
cezasına çarptırılması ayrı bir konudur.Yaşam Allah tarafından
bağışlanmıştır. Toplumların rolü, bu görkemli eseri korumak, yaşamın değerini
ve kutsallığını her zaman koruyup el üstünde tutmak olmalıdır.
Yaşamın kaynakçası bizim dışımızdan
gelmektedir. Bizim de içinde olduğumuz evrenin sahibinden. O zaman her insanın
yaşama hakkı vardır. Bu hakkı Allah kişiye sunmuştur. Ancak Allah o hakkı
alabilir. Bu saygı gerçek
arzulanan çağdaş toplumu oluşturur. Özellikle Allah’a saygı duyan toplumlar,
Allah’ın bu buyruğuna ve yaşam değeri konusundaki öğretisine saygı gösterdikçe toplumsal
anlam da gelişir. Eğer yaşama verilen değer Allah’ın bakış açısına göreyse o
toplum insan hakları konusunda en gelişmiş toplumların başında yer alacaktır.
Çünkü Allah tarafından verilen değer anlaşılmaksızın ne kadar kural yapılırsa
yapılsın sonuç yine hüsranla noktalanacaktır.
2. İNSAN ALLAH’IN BENZEYİŞİNDE YARATILDI
Allah’ın Kutsal Yazılar’da öğrettiğine
göre insan kendi benzeyişine göre yaratılmıştır:
“Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı,
onu Allah’ın suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak
yarattı.” Yaratılış. 1:27
Burada “Allah benzeyişi” olarak geçen ifadeyi iyi anlamak gerekmektedir. Burada Allah’a benzemek,
eski dilde söylendiği gibi“Allah’ın suretinde” yaratılmış olmak, her bakımdan Allah gibi olmak demek değildir. Böyle bir
şey Allah’ın birliğine ve yüceliğine hakaret etmek demektir. Allah kutsaldır.
Kendisi hiçbir yaratığa benzemez, yaratılmamıştır. Zaten vardır. O Ruhtur.
Bizse yaratılmış bir insanız. Fiziksel bedenleri olan yaratıklarız. Ama
görkemli yaratılış tablosunda Allah’ın fırçasından çıkmış bir yapıtız. O’nun
düşüncesinden, O’nun yaratıcılığından oluştuk. O zaman bu anlamda O’nun
benzeyişindeyiz. Adeta O’nun yeryüzünde temsilcisiyiz. O’nun varlığının gözle
görülen örnekleriyiz. Aynı zamanda O’nun varlığına kendimiz tanık oluyoruz.
Allah yaşayan dipdiri bir Allah’tır. Bizler O’nun verdiği yaşamla duyarak,
hissederek, düşünerek adeta O’ndan çok ama çok küçük bir yansımayız. Allah
düşüncenin, his ve duyguların, aklın ve mantığın kaynağıdır. Aslında bütün
bunların bir küçücük örneği bizlere verilmiştir. Bu nedenle biz bu benzeyişte
kendimize bir pay buluyoruz.
Bunu arkeologların keşfettikleriyle daha
iyi bir şekilde anlayabiliriz. Arkeologlar bazı yörelerde kralların
heykellerini bulmaktadırlar. Bu krallar genellikle bu yöreleri feth etmiş
bulunan krallardır ve kendi varlıklarına tanık olsun diye kendi heykellerini
yaptırıp bu bölgelere koymuşlardır. Böylelikle halk kendi yörelerinin sahibi
olan kralı yakından hissedebilirler. Genelde bu heykellere hakaret edenler,
saygısızlık gösterenler, kırmaya kalkanlar kralın egemenliğine karşı gelmiş
gibi değerlendirilmektedirler. Bu asırlarca bu şekilde değerlendirilip
durmuştur.
İnsan da aynı şekilde bir tanık olarak
dünyada Allah’ın görkemli varlığının bir simgesi olarak durmaktadır. Asla ve
asla insan Allah’ın kendisini tam olarak yansıtamaz. Ama O’nun varlığını,
yaratıcılığını, görkemini sürekli olarak yansıtır. Bu nedenle insana olan en
ufak bir hakaret, saldırı yukarıda anlattığımız kral heykelleri örneğinde
olduğu gibi Allah’a olan saldırıdır. Dünyasal anlamda baktığımızda saygı
duyduğumuz kişilere ait olan heykellere, bir takım eşyalara ya da buna benzer
şeylere yapılan en ufak bir saldırıyı kabul edemiyorsak ve tarihte de bu böyle
değerlendirildiyse nasıl olur da Allah’ın şaheseri olan bir insana saldırı söz
konusu olabilir? Aşağıdaki ayetlerde Allah insan yaşamına değer verilmesine ne
denli önem verdiğini net bir biçimde açıklamaktadır. Bu açıklama insanların
anlayacağı bir biçimde dile getirilmiştir:
“Ve gerçek sizin kanınızı, canlarınız için
arayacağım; her hayvanın elinden onu arayacağım; ve insanın elinden, yani, her
adamın kardeşinin elinden, insan canını arayacağım. Her kim adam kanı dökerse,
onun kanı adam eliyle dökülecektir; çünkü Allah kendi suretinde adamı
yaptı.”
Yaratılış. 9:56
Ayetlerin ışığında değerlendirdiğimiz gibi
bizler Allah’ın temsilcisi olarak yeryüzünde bize verilen süreç içinde
yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Ancak O’nun istediği zamanlarda ve biçimlerde
O’na, kısacası geldiğimiz kaynağa geri dönüyoruz. Allah’ın yarattığı her insan
Allah benzeyişinde olduğuna göre bize Kutsal Kitab’ın öğrettiği ilk öğreti o
insana ve onun yaşamına saygı göstermemiz ve değer vermemizdir. Hele hele bu
yaşama son vermeye kalkmamız en büyük günahtır. Bu hem o insana karşı hem de o
insanı yaratan Yüce Yaradan’a karşı bir günahtır.
SONUÇ
Yaşamın değeri ile ilgili öğretiş diğer
insanlara karşı davranışlarımızın temelini oluşturmaktadır. Kutsal Kitab’a ve
Kutsal Kitab’ın Allah öğretilerine kulak veren her kişinin, davranışlarının
temelinde Allah kelamının izi belirginleşir. Fiziksel yaşama Allah Yaşamını
ekleyerek insanı insan yapan tada ulaştırır. O zaman yaşamın değeri konusunda
Kutsal Kitap öğretisinde öğrendiklerimizi kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a) Her insanın Allah tarafından yaratıldığını
ve bu nedenle Allah önünde çok değerli olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle her
birimiz Allah önünde, Allah’ın oluşturduğu yaşama saygı göstermek ve bu yaşamı
korumak için elimizden geleni yapmak gibi bir sorumluluk altında olduğumuzu
bilmeliyiz.
b) Kasten hiç kimseye zarar vermemeli ve
eziyet etmemeliyiz. Çünkü böyle bir şey yapmak Allah benzeyişine zarar vermek
demektir.
c) Hiçbir zaman bir hayata son verme kararını
almamalıyız. Bu Allah tarafından tamamen yasaklanmıştır.
d) İnsan yaşamının değerinin Allah tarafından
yaratılmış olmakta yattığını iyice anlamalıyız. İster zengin olalım ister
fakir, ister güçlü ister zayıf, ister sağlam ister sakat bizler Allah önünde
aynı değere sahip olan kişileriz. Bu nedenle bir zengine gösterdiğimiz saygının
aynısını bir fakire, bir güçlüye verdiğimiz değerin aynısını bir zayıfa da
vermemiz gerekmektedir. Bir toplumun gelişmişliği o toplumun zayıf insanlarına
verdiği değerde belirginleşir.
Hıristiyan ahlakının temelinde kişilerdenbaşlayarak topluma yükselen bir iyileştirme etkisi vardır. Bu kişilerin
davranışlarını kendi kendilerinin ayarlama gücünde değil; inancın temelinde ve
öğretisinde var olan etki ve özellikle Üçlü Birliğin üçüncü kişiliği olan
Kutsal Ruh’un güç ve görkemli bir şekilde bizde varolup işlemesidir.
İnancın temelindeki kurtuluş müjdesi
alındıktan ve Rab Mesih İsa ile birlikte yepyeni bir yaşam başladıktan sonra
Allah’ın kilisesinde, Mesih’in bedeninde olgunlaşma sürekli bir biçimde devam
eder. Bu gün be gün Rab İsa’ya benzemek demektir. Kutsal Ruh’tan alınan diri su
kaynağı, Allah’ın kurtarışını başkalarına da taşır durur. Kutsal Ruh’un
yardımıyla ve aracılığıyla Kutsal Kitap’taki öğretiler artık kişi yaşamını
doğrudan etkilemeye başlamıştır. Hıristiyan ahlakı
dediğimiz yaşam tarzı işte bu noktada biçimlenmeye başlamıştır. Allah’ın bütün
insanlara olan kurtuluş mesajı, değişmiş insan yaşamlarında artık
görünmektedir. Müjde, değişmiş insanların yaşamlarında görülmektedir. Hem
sözle, hem değişik ve kutsal bir yaşamla müjde dünyayı etkiler.
Bu etkileşimin temel öğretilerinin başında
yer alan İnsan Yaşamına Saygı öğretisi derin düşünüldüğü zaman ne denli etkin
bir yaşam öğretisi olduğu anlaşılır. Rab Mesih İsa’da Allah’ın kurtarışını
edinmiş Hıristiyan, artık bütün insanlığa doğal insandan çok farklı bakmağa
başlamıştır. Bütün insanlık Allah’ın benzeyişinde yaratılmıştır. İnsana saygı
tek yaratıcı olan Allah’a saygıdır. İşte Rab İsa’da kurtuluşa ermiş, Kutsal
Kitab’a inanan ve ona göre yaşamını yönlendiren inanlının dünyaya bakışı bu
şekilde değişmiştir. Bu Allah öğretisinde yaşayan Hıristiyanlarla dolu bir
dünyanın çehresinin olumlu anlamda ne kadar farklı olacağı hiç kuşkusuzdur.
Bugün ismen Hıristiyan ülkelerde ya da diğer ülkelerde olsun böylesine bir
anlayışa rastlanmamaktadır. Bunun tek nedeni Mesih İsa’nın gerçek anlamda
yüreklerde olmaması, Kutsal Ruh’un o devrim yapan gücünün işlemesine izin
verilmemesidir. Doğal olarak Allah kitabı Allah’ın istediği yaşam olsun diye
sürekli olarak okunmamaktadır. Bu nedenle Allah yaşamının o insan yaşamına
değer veren öğretisi de ne yazık ki göz ardı edilmektedir.
KÜRTAJ
Bildiğimiz gibi kürtaj, günümüzde oldukça
yaygın işittiğimiz terimlerden biri. Ülkemizde de başka ülkelerde de kürtajı
hem savunanlar hem de reddedenler var. Kürtajı doğum kontrolü olarak kabul
edenler hiç azımsanamayacak sayıdalar. Bazen de toplumsal baskılar, korkular
özellikle gençleri kürtaja itmektedir. Evlilik dışı ilişkilerde hamile kalan
gençler ailelerinin tepkisinden korktukları için akıllarına hemen kürtajı
getiriyorlar. Adeta bir utancın ortadan kaldırılması için başka bir utancı
tercih ediyorlar. Buna eğitimsizlik, bilgisizlik, acizlik gibi birçok şey
eklendiğinde kürtaj geri dönülmez birçok sorunları da beraberinde getiriyor.
Bazen de aileler ekonomik sorunları nedeni ile ikinci ya da üçüncü bir bebeği
istemedikleri için bebeği aldırma yoluna gidiyorlar. Karıkocanın çalışan
aileler de istemediği hamileliği yine kürtaj yoluyla ortadan kaldırıyorlar.
Yepyeni bir yaşamın ortadan kaldırılması ile insanlar kendi yaşamlarını
kurtardıklarını düşünüyorlar. Oysa o yaşamının başlangıcında olan küçük ceninin
Allah’tan yaşam aldığı unutuluyor. Bunun Allah’ın “Katletmeyeceksin”
buyruğuna tamamen aykırı bir davranış olduğu düşünülmüyor.
Bugün ne yazık ki dünyamızda birçok aile
bir bebek sahibi olamadıkları için üzüntü içindeyken, binlerce kişi
umursamaksızın milyonlarca yeni yaşamı katletmeye devam ediyor. 1968’de yapılan
istatistiklere göre 33 milyon kişinin kürtaj yaptırdığını görüyoruz. 1990
yılında ise bu sayının 55 milyona çıktığını görüyoruz. Verilere göre ise ne
yazık ki bu sayı azalmak yerine daha da yükselmeye devam ediyor. Başka bir
deyişle zamanımızda her saniyede bir bebeğin yaşamı kürtaj sonucu engelleniyor.
Birçok insan bu yeni başlayan hayatı
öldürme hakkına sahip olup olmadıklarını sorgulamıyorlar bile. Aslında bu bir
günah sorunudur. Hem günah hem de bir ahlak sorunudur. Ama Allah ile ilişkisini
tam olarak netleştirememiş birçok insan için ne günah ne de ahlak kavramı pek
fazla bir şey ifade etmemektedir. Bu nedenle rahimde yeni yaşama başlamış olan
bu küçük cenin onlar için hiçbir hakka sahip değildir. Feministler kadının
kendi bedeni üzerinde hakkını kullanması konusunu dile getirerek, rahimdeki
bebeğin alınması ya da alınmamasına karar vermenin sadece kadınının kendisine
ait olduğunu söylemektedirler.
Kürtajın karşısında olanlar ise kürtajın
bir yaşamı sona erdirmek, daha halkça bir tabirle bir cinayet olduğunu
savunmaktadırlar. Bu kişilere göre doğmamış bebeklerin yaşama hakları vardır.
Bu konuyu özellikle Hıristiyan ahlakı
açısından ele alırsak şu temel sorulara yanıt verme zorunluluğumuz vardır:
Kürtaj yoluyla alınan şey nedir? Gerçekten bir insan yaşamına son mu
verilmektedir? Yoksa cenin henüz bir insan yaşamı değil midir? Bu sorulara
vereceğimiz cevaplar kürtaj hakkında karar vermemizi sağlayacaktır. Aslında
sorulması gereken en esaslı soru “İnsan yaşamı ne zaman
başlar?” Bu sorunun karşılığı kürtajı en iyi
değerlendirmemizi sağlayacak cevap olacaktır.
Kürtaj, ilk bakışta büyük problemleri
ortadan kaldırabilecek oldukça pratik bir çözüm olarak görünmektedir. Ama
aslında bu yalnızca bir görünümdür. Önemli olan kürtaja kadar gelinmeden önce
istenmeyen hamilelikleri önlemedir. Bu konuya daha ilerde değineceğiz. Şimdi
esas sorulması gereken sorumuza bakalım.
1. İNSAN YAŞAMI NE ZAMAN BAŞLAR?
İmanlı olmayanlardan bu soruya oldukça
farklı cevaplar verilmektedir; verilen cevaplar üzerinde de farklı yorumlar
yapanlar vardır. Gerçekten yumurtayı dölleyen nedir? Bu yumurtanın gerçekten
canlı olduğunu gözlemlememiz kolaydır. Çünkü yumurta sürekli büyümekte ve
gelişmektedir. Bu döllenmiş yumurta tam anlamı ile bir insan yumurtasıdır. Ne
bir hayvan, ne bir bitki, ne de bir bakteridir. Bunu ulaştığı sonuçta zaten
görmemiz mümkündür. Bütün bunlara rağmen kadının rahminde gelişen bu döllenmiş
yumurtaya tam anlamı ile “yaşayan insan” demek mümkün müdür?
Bazılarına göre döllenmiş yumurtaya “yaşayan
insan” demek mümkün değildir. Henüz yerinden alınabilir ve yok edilebilir.
Çünkü bu kişilere göre döllenmiş yumurta tam anlamı ile bir yaşamı içermez. Bu
adeta dişimizin ağrıması sonucunda dişimizi çektirme gibi bir olaydır. Bundan
çıkan sonuca göre şöyle bir tanımlama yaparlar. “Tıbbi anlamda ve resmi
olarak cenin annenin bedeninin bir parçasıdır ve henüz yaşayan bir can olarak
değerlendirilemez.”
Aslında cenin oluşumundan itibaren annenin rahminde ama annenin bedenindenfarklı bir oluşum olarak gelişmektedir. Anne bedeninin bir parçası olarak
düşünülemez. Cenin kendisine ait bir genetiğe sahiptir. Tam anlamı ile
kendisine has ve oldukça farklı bir genetik kodda gelişir. Ayrıca ceninin her
adımı kendi başına yaşamını sürdürebileceği şekilde gelişmesine yöneliktir.
Yani ayrı bir varlığın nokta halinde oluşumudur.
Bazıları hamile kalındığı andan doğuma
kadar olan süreç içersinde ceninin insan yaşamına dönüştüğü uygun bir dönemi
ararlar. Acaba hamileliğin ilk anından doğuma dek döllenmiş yumurtanın insan
olarak kabul edilmesi hangi döneme rastlar? Ya da bizim bunu bu şekilde
değerlendirme hakkımız nedir? Farklı kişilere göre döllenmiş yumurtanın insan
olarak kabul edilmesi farklı dönemler olarak belirtilmiştir.
Döllenme: Bazıları döllenme sonucunda döllenmiş yumurtanın uterus duvarına
yapışması ile “insan yaşamı başlar” demektedirler. Fakat bu
yalnızca ceninin yer değiştirmesine bir işaret olan dönemdir, ceninin
kendisinde bir durum ya da karakter değişimi söz konusu değildir.
Bebeğin hareketi: Bazılarına göre annenin bebeğin hareketlerini hissettiği an döllenmiş
yumurtanın insan olarak kabul edilebileceği andır. Ama tıp biliminin
bulgularına göre bebeğin hareketleri daha anne hissetmeden çok önceleri
başlamıştır.
Kendi kendine yeterlilik: Bazılarına göre ise kendi kendine
yeterli hale gelen bebek “insan” olarak kabul edilmektedir. Bu
rahimden çıkmaya hazır hale gelme durumudur. Ama tıptaki gelişmeler,
teknolojinin ilerlemesi, bebeğin kendi kendine yeterlilik durumunu oldukça
erkene çekmiştir. Artık 24 haftalık bir bebeğin doğması durumunda bile yaşama
şansı çok yüksektir. Bu durumda modern teknoloji ile karşılaşmadan önce doğmuş
ama yaşayamamış bebeği insan kabul etmeyecek miyiz?
Doğum: Bazılarına göre bebeğin dünyaya gelmesi ile tam olarak insan yaşamı
başlamaktadır. Bu kişilere göre bebek o anda kendi başına soluk almaya ve
annesinden ayrı olarak yaşamaya başlar.
Bu görüş kabul edilemez. Çünkü bebek henüz
kendi başına yaşayabilecek yetenekte değildir. Hala annesine bağımlıdır.
Ailesinin koruması altında belli bir yaşa kadar büyütülmesi gerekmektedir.
Buradaki sorun ceninin gelişiminin yaşayan
can, insan olarak değerlendirilmemesi ya da değerlendirilmesi üzerindedir.
İnsan yaşamının ne zaman başladığı konusunda karara varacak olan kimdir? İnsan
olmanın gereken ve yeterlik nitelikleri nelerdir?
Artık modern teknoloji bize henüz dünyaya
gelmeden önce bir bebeğin geçirdiği bütün evreleri açık bir şekilde
gösterebilmektedir.
Bebek daha 3.5 haftalıkken kalbi
atmaktadır. 6/7 haftalıkken beyin fonksiyonları faaliyete başlamaktadır.
Genelde çoğu kadın hamile olduğunu fark etmezler bu zamana kadar. Sekiz
haftalıkken parmaklar, parmak izi bütün bu çıkıntılar belirginleşmeye başlar.
13 haftalıkken cenin ışığa ve gürültüye karşılık vermeye başlar. Aynı zamanda
acıyı duymaya, hıçkırmaya bile başlar. Beşinci ayın sonunda artık bebeğin
saçları, kaşları ve tırnakları çıkmıştır. Ağlayabilir, tekmeleyebilir. Bazen bu
gibi hareketler kürtaj sırasında bile görülebilir.
Lennart Nilsson’un fotoğrafları] ana karnında bebeğin
hangi aşamalardan geçtiğini görüntülemiştir. Bu fotoğraflar insanın inanılmaz
gelişimin göstermektedir. O zaman “insan yaşamı ne zaman
başlar?” diye yeniden sorabiliriz. Bu zamana
ilişkin bir görüş daha vardır.
İnsan yaşamı yumurtanın döllendiği ilk andan başlar: Bu erkek yumurta
ile dişi yumurtanın döllendiği andır. Son araştırmalara göre 24 saat içinde 46
kromozom yeni insan kimliğini şekillendirmektedir. Bu genetik kodun oluşumundan
itibaren döllenmiş yumurta tam bir insan oluşumu için gereken her şeye sahip olmaktadır.
Bu anda şekillenen bu kişilik artık bütün yaşam boyu sürecek fiziksel
nitelikleri bu anda kazanmaktadır.
1967 yılında yapılan İlk Uluslararası
Kürtaj Konferansı’nda “Spermle yumurtanın birleşme anından bebeğin
doğumuna kadar geçen süre içinde bu insan yaşamı değildir diyebileceğimiz bir
nokta bulamayız” şeklinde bir ifade kullanılmıştır.
Bu açıklamayı Kutsal Kitap
desteklemektedir. Kutsal Kitap doğum önceki yaşam konusuna birçok kere
değinmektedir. Kaza sonucu erken doğum yapan bir kadının durumu bile Eski
Antlaşma’da yerini almıştır:
“Ve eğer adamlar kavga edip bir gebe
kadına çarparlar, ve onun çocuğu düşerse, ve bir zarar olmazsa, kocasının kendi
üzerine tayin edeceği gibi tazmin edecek, ve hakimler vasıtası ile verecektir.
Fakat zarar olursa, o zaman can yerine car….” Çıkış. 21:22-23
Bu ayete dikkat ederseniz ister kadına,
ister bebeğine olsun, eğer bir zarar söz konusu ise uygun bir cezanın verilmesi
gerekmektedir. ceza söz konusudur. Yani, hem annenin hem de bebeğin hayatı eşit
olarak değerlendirilmektedir. Birbirinden ayrı tutulmamaktadır.
Yine çok iyi bilinen Kutsal Kitap
bölümlerinden birinde, doğum öncesi insan yaşamı çok şiirsel bir dille
anlatılmaktadır. Allah’ın insanı nasıl yarattığı burada dile getirilmektedir:
“Çünkü böbreklerimi sen teşkil ettin; Anam
karnında beni ördün.
Sana şükreylerim; Çünkü heybetli ve
şaşılacak surette yaratılmışım;
İşlerin aciptir; Ve canım bunu pek iyi
bilir.
Gizli yerde yaratıldığım zaman, dünyanın
derin yerlerinde şaşılacak surette kurulduğum zaman bedenim sana gizli değildi.
Gözlerin beni cenin iken gördü; Ve daha
onlardan hiç biri yokken benim için tayin olunan günlerin hepsi Senin kitabında
yazılmıştılar.” Mezmurlar. 139:1316
Burada özellikle ana karnında örülme olayının
ne kadar büyük bir olay olduğunu tanımlamaktadır. Bütün bu heybetli ve
şaşılacak şekilde oluşan örme olayı ana karnında yani rahimde
gerçekleşmektedir. Aynı zamanda bu sözlerde bu görkemli işlemi gerçekleştirenin
oluşturduğu bedeni daha ana karnında iken, yani rahmin içinde iken gördüğünü
söylemektedir. Yazarın anlayışına göre Allah ana rahminde örülme aşamasında
olan bu küçük cenini, henüz şekil almamış bedeni canlı ve üstüne üstlük insan
olarak kabul etmektedir. Şimdi aynı görüşü bir başka bölümde görelim:
“Senin ellerin her yanımdan bana şekil
verdi, beni yarattı; Yine sen beni helak etmedesin.
Hatırla, niyaz ederim, sen balçık gibi
bana şekil verdin; Ve beni peynir gibi katılaştırmadın mı?
Beni süt gibi dökmedin mi, Ve beni peynir
gibi katılaştırmadın mı?” Eyup. 10:812
Bu sözleri söyleyen kişinin yetişkin
olduğunu düşünün. Fakat burada “bana” ve “beni” şeklinde ifadeleri hem kişinin doğumu
öncesi hem de doğumu sonrası için kullanmaktadır. Dikkat edilecek nokta doğum
öncesi ile doğum sonrası arasında hiçbir kesintiden bahsetmemekte, aksine bir
devamlılığa dikkat çekmektedir. Bu durumun altı çizilmelidir. Aynı zamanda daha
doğumundan önce Allah tarafından bilindiğini vurgulamaktadır.
Hıristiyan inancı, yumurta ve spermin bir
araya gelerek yumurtanın döllenmesi anından itibaren cenin tam bir insan olarak
değerlendirilmektedir. Bu demektir ki cenin anne karnın da yalnızca potansiyel
bir insan değildir. Potansiyel açıdan olgunlaşması gereken ve bunun için belli
bir sürece gereksinimi olan yepyeni bir yaşamdır. Yaşayan insandır. Sonradan
insan olacak bir model insancık şeklinde asla düşünülmemekte ve kabul
edilmemektedir. Bu insanın bütün geleceği adeta bir diskete kaydolmuş program
gibi bu ceninde yüklenmiş ve olgunluk zamanını beklemektedir.
Buna diğer güzel örneklerden biri de bazı
Allah adamlarının söyledikleridir. Bu kişilerden bazıları kendileri için olan
çağrının daha dünyaya gelişlerinden önceye dayandığını dile getirmektedirler.
Bunun için Yeremya Peygamber’in
kitabındaki Allah sözlerine bakalım:
“Ana karnında sana şekil vermeden önce
seni tanıdım, ve sen doğmadan önce seni takdis ettim; seni milletlere peygamber
ettim.” Yeremya. 1:5
Elçi Pavlus da buna benzer bir tanımlamada
bulunmaktadır. O’nun anlatımı ile kendisi de daha henüz annesinin karnında iken
Allah’ın çağrısını almıştır:
“Ne var ki, doğuşumdan önce beni kendisine
ayıran ve kayrasıyla çağıran Allah hoşnut olunca….” Galatyalılar. 1:15
Bu örneği Luka’dan da vermek mümkündür.
Luka bildiğimiz gibi bir doktordu ve iyi bir Grekçe’ye sahipti. Grekçe olarak
kullandığıbrephos kelimesini daha henüz dünyaya gelmemiş Vaftizci
Yahya için kullanmıştır. Aynı kelimeyi yeni
doğmuş Rab İsa’yı tanımlamak için ve aynı zamanda çocukları tanımlamak için
kullanıyordu. Bununla rahimdeki
bir insan ile dünyaya gelmiş bir insan arasında fark olmadığını dile
getiriyordu. O’nun için rahimdeki döllenmiş yumurta dünyaya gelecek insanın
yaşamını taşıyordu ve o da bir insandır.
Bütün bu örneklerden görebileceğimiz gibi
Allah için insan yaşamı anne rahmine düştükten itibaren başlamaktadır. O daha
oradayken Allah’ın insanı olarak dünya için beklemeye başlamıştır. Orada bir
yaşam saklıdır. Adeta koskoca bir elma ağacının programının küçücük bir elma
çekirdeğinde var olması gibi; yaşayan, soluk alan ve ileride bütün duygu ve
düşünceleri ile dünyadaki yerini alacak insan bu küçük döllenmiş yumurtadadır.
Yıllar önce Canterbury başpiskoposu: “İnsan
cenini gelecekte Allah’ın şanını yansıtacak bir yaşam cenini olarak saygı
görmelidir”şeklinde bir söz söylemişti. Eğer henüz
doğmamış olan cenin Allah benzeyişinde yaratılmış bir insan yaşamı ise, o zaman
burada inanlı için oldukça önemli bir ahlaksal sorumluluk söz konusudur.
Doğmamış bir insanın öldürülmesi resmen katilliktir. Bu doğmamış yaşamı yaşam
süren her kişi için göstermemiz gereken saygı çerçevesi içerisinde
değerlendirmemiz gerekmektedir. Çünkü bu rahimdeki yaşam günün birinde sizin ve
benim gibi bir yaşam olacaktır.
2. KÜRTAJ HAKKINDAKİ GERÇEK
Eğer biz doğmamış bir yaşamı Allahbenzeyişinde yaratılmış bir insan yaşamı olarak değerlendiriyorsak, Allah
benzeyişindeki tüm insanlara göstermemiz gereken saygıyı ona da göstermek ve
onu da korumak zorundayız. Kürtaj her kadının hakkıdır diye bas bas bağıran bir
dünya ortamı içersinde böylesine bir yaşam hakkını nasıl koruyabiliriz? İşte bu
esas düşünmemiz gereken noktadır. Kürtajın ne olduğunu anlatabildiğimiz kadar
anlatmaya gayret etmeliyiz.
a) Kürtaj doğmamış bebek için insafsız bir ameliyattır
Bugün kürtajın gerçekleştirilmesi için
kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır:
i) Bunun en eski yolu kadının döl yatağı boynunun açılması ve içine sokulan
keskin bir aletle rahme yapışmış döllenmiş yumurtayı oradan almaktı. Bu alet
cenini parça haline getirir. Ceninin bütün kalıntıları oradan temizlenmektedir.
Bazen bu çok güçlü bir emme ile gerçekleştirilmektedir. (Bu normal vakumlu bir
temizlik süpürgesinden 28 kat daha güçlüdür.) Böyle bir işlem, yapıldığı
seviyede alınan ceninin kemiklerinin belirginleştiği, el ve ayak parmaklarının
oluştuğu gözlenmektedir.
ii) Diğer bir yöntemse genelde döllenmenin oluşumundan 12 ya da 16 hafta sonra
gerçekleştirilen yöntemdir. (Bu durumda bebek artık şeklini almış ve acıyı
hisseder bir duruma gelmiştir). Bebeğin içinde bulunduğu sıvıya tuzlu bir sıvı
enjekte edilir. Bebek bunu içine çeker ve böylelikle boğulur. Bu tuzlu sıvı
aynı zamanda bebeği yakar. Aynı zamanda bebeğin beynine de kanar. Bu şekilde
rahimde ölen bebek doğal yoluyla anne karnından düşürür.
iii) Daha geç kalınan durumlarda ise hysterotomy kullanılır. Bu durumda bebek
sezeryanda olduğu gibi dışarıya çıkarılır. Tabii bu kez işlem bebeği yaşama
kavuşturmak için değil, öldürmek için gerçekleşmektedir. Bu döneme kadar gelmiş
olan bebek ağlayabilmekte, ses çıkarabilmekte hatta tekmeleyebilmektedir. Işığa
karşı, sese karşı ve acıya karşı oldukça hassastır.
iv) Ameliyat gerektirmeyen iki yöntem bulunmaktadır. Prostaglandin isimli
hormonu alarak henüz gelişmemiş bebeğin düşmesini çoğu kez canlı olarak, ya da
kürtaj ilacı olarak bilinen RU486’nın kimyasal olarak oluşturduğu aksiyonu ile
döllenmiş yumurtayı dışarıya defetmesini sağlar.
Kürtajın ne olduğunu tam olarak bilmek çok
önemlidir. Özellikle bunun henüz doğmamış bebek için ne olduğunu bilmek çok
önemlidir. Kürtaja karşı olan gruplar bu konuda oldukça etkin bir biçimde halkı
uyarmaya çalışmakta, yakılmaya hazır kürtaj sonucu alınan bebeklerin
fotoğraflarını gösterip durmaktadırlar. Bütün bu çalışmalar sonucunda insanlar
kürtajın ana rahminden basit bir parçanın alınması olmayıp, gerçekten bir
insanın hayatına son vermek olduğunu anlayabilmektedirler.
b) Kürtaj doğum kontrolün bir biçimi değildir
Kürtaj gebelikten korunmak için bir yol
değildir. Bu aslında istenmeyen bir bebeğin, daha doğrusu yaşamının ortadan
kaldırılması, sona erdirilmesidir. Doğum kontrolü aslında yaşam ortaya çıkmadan
önce yani yumurta henüz döllenmeden önce bu döllenmeyi engellemektir. Oysa
kürtaj yaşam yoluna çıkmış olan kendisi için yaşam planı yapılmış olan
döllenmiş yumurtayı yok etmektedir. Bu adam öldürmekle eş anlamlıdır. Başlamış
bir yaşama son vermektir. Her ne kadar hamileliği önlemek olarak
değerlendirilirse değerlendirilsin. Bu resmen doğmamış bir bebeği katletmekten
başka bir şey değildir.
c) Kürtaj aynı zamanda kadının hem fiziksel hem psikolojik sağlığına
zarar verebilir
Kürtaj yaptıran hanımların çoğu kürtajla
sonucu kendilerini bekleyen sağlık sorunlarından habersizdirler. Çocuk aldırmak
özellikle kadının psikolojik sağlığını etkileyen bir olaydır. Kürtaj sonrasında
kadın kabuslar görebilir, suçluluk duygusu içinde kıvranır ya da depresyona
girer. Bütün bu psikolojik etmenler kürtaj yaptıran kişinin bazen intiharına
bile yol açabilir.
Bunun dışında kürtajın getirdiği fiziksel
sorunlar da işin cabasıdır. Rahimde bazen hasarlara neden olabilir. Fallopi
tüpleri tıkanabilir ve bunun sonucu olarak, birtakım enfeksiyonlar ortaya
çıkar. Kronik kanamalar, kanser riski, daha sonra olabilecek hamilelik
durumunda sorunlar ve kısırlık durumu söz konusu olabilir.
3. KÜRTAJ HER ZAMAN YANLIŞ MIDIR?
Buraya kadar anlattıklarımızda kürtajın
insan öldürmekle eş değerde olduğunu söylemeye çalıştık. Acaba kürtajın istisna
olarak uygulanmasının söz konusu olduğu durumlar var mıdır? Hangi durumlarda
kürtaj en az kötü seçenek olabilir?
a) Annenin yaşamı büyük bir tehlike içindeyse ne olacak?
Eğer annenin yaşamı tehlike içindeyse ve
kürtaj olayı anneyi gerçekten yaşama döndürecekse o zaman kürtaj bir zorunluluk
olarak gündeme gelebilir. Ancak tıbbın gelişmesi kürtajın kullanılmasını çok
azaltıyor. Günümüzde birçok hastane modern teknikleri uygulamaktadır. Ne yazık
ki, ülkemizin olanakları modern hastanelerin ülkemizin her yerine ulaşmasını ve
her bütçeye hizmet vermesini sağlayamamıştır. Bu nedenle kentlerdeki
yığılmalar, ekonomik etmenler, bazı bölgelerdeki tıbbi yetersizlikler,
özellikle cahillik kürtajı hem daha çok uygulanır hale getirmiş, hem de çok
kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
b) Eğer hamilelik tecavüz ya da aile içi bir ilişki sonucu gerçekleşmişse
ne olacaktır?
Böyle bir durum hem oldukça zor, hem de
çok trajik bir durumdur. Bu durumda değerlendirilmesi gereken şey hamile olan
kişinin yaşı, olgunluğu ve ruhsal dengesidir. Böyle durumlarda en çok
düşünülen, anne adayının ruhsal sağlığının dengesizliğinden ötürü zorunlu
kürtaja gidilmesidir. Çünkü özellikle tecavüz ve yakın akrabayla cinsel
ilişkilerde hamile olan kişi kendi istemi dışında bir saldırıya maruz
kalmıştır. Bazı vakalarda bu durumun kadına getirdiği psikolojik baskı ve
rahatsızlıklar oldukça derindir. Böyle durumlarda bazen kişiyi belki
yaşam boyu sürecek derin psikolojik rahatsızlıklardan korumanın tek yolu kürtaj
olarak düşünülebilir.
Buna rağmen bir kadının yaşamını karartan
böylesine bir saldırının oluşturduğu bir yığın psikolojik sorunlardan
kurtulmanın çaresi kürtaj olarak düşünülürken diğer taraftan kürtajın
getireceği psikolojik ve fiziksel sorunları da düşünmek gerekmektedir. Ahlaksal
açıdan bakıldığında bir vahşetin getirdiklerini ortadan kaldırmak için bir
başka vahşete başvurmak çözüm değildir.
Bu durumda en güzeli zorla hamile
bırakılmış bu kişiyi ruhsal açıdan desteklemek, sağlıklı bir biçimde
hamileliğini sürdürebilmesi için elden geleni yapmak ve sonuçta, doğan bebeği,
yıllarca bir çocuğa sahip olmak için çırpınan ailelere vermektir. Doğmamış bir
bebeğin de hakları olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir.
c) Eğer testler bebeğin normal bir bebek olmadığını, anormal bir bebek
olduğunu gösterirse ne olacak?
i) Yapılan testler her zaman gerçek durumu
yansıtmayabilir. Anormal olarak doğacağı söylenilen bebeklerin birçoğu normal
olarak dünyaya gelmiştir.
ii) Burada öne çıkan yaşamın kutsallığından
ziyade yaşamın kalitesidir. Oysa yaşam hakkında karar verme yetkisi kimin
elindedir? Hangi ölçüte göre bir yaşam olacağına karar veren kimdir? Bu
soruları sormadan testlere göre bütün anormal bebeklerin yaşama hakları ve
şansları ellerinden alınırsa tarihin derinliklerinde bazı ırkçı liderlerin
yaptığı hatalara benzer bir hataya düşülmüş olur. Gelecek nesiller anormal ve
normal yaşam arasındaki farkın ne olduğunu kendi istemlerine göre
biçimlendirirler. Örneğin: bu durumda örneği biraz abartırsak adeta renk körü
olacağı kestirilen bir bebeğin bile katline karar vermeye kadar gidilebilir.
iii) Bütün bunların ardında bir başka mantıksal
tehlike de söz konusu olabilir. Anormal diye daha henüz dünyaya gelmemiş bir
bebeği bile katledebilen kişiler, anormal olarak doğmuş ve yaşamını sürdürmeye
çalışan bir bebeğe ne yapmazlar. Doğumdan önce anormal olduğu tespit edilen bir
bebek kürtajla katledilebiliyorsa, anormal olarak doğmuş bir bebeğin yaşamasına
neden izin verilsin? Gördüğünüz gibi aslında basit bir olaymış gibi görülen
anormal bir bebeğin kürtajla alınması beraberinde farklı düşünceleri de olur
hale getirmektedir. Toplum içinde genelde “bütün yaşamı boyunca
acı çekeceğine doğmasın daha iyi” tarzında bir yargı söz
konusudur. Kısacası halk Allah yerine kararı vermiştir bile. Eğer Allah’a
inancımız var diyorsak, bir insanın anormal olarak doğmasını planlayan Allah’ın
planına müdahale etmemiz de söz konusu olamaz. Dünyada her şeyin bir nedeni
vardır. “Allah neden buna müsaade etti?” diye sorduğumuz soru belki ilk anda cevapsız kalmaktadır. Ama dünyada
birçok olay Allah’ın hikmetinin yaradılışı içinde gizli olduğu gerçeği de
vardır. Neden günler 40 saat değil de 24 saat? Neden hafta 10 gün değil de 7
gün? Daha bunun gibi birçok şey hakkında soru sormak mümkündür Ama cevabı
bilinse de bilinmese de evrende her şeyin yerli yerinde olduğu gözlemlenince
her şeyin bir nedeninin olduğu da kesinleşmektedir.
Bazen
bir bebeğin kürtaj yoluyla alınması annenin hayatının kurtulması, bazı
hastalıkların bertaraf edilmesi gibi konularda bir lütuf olarak değerlendirilebilir.
Ama böylesine acil durumlarda bile kürtaja gidilmeden önce her şey dikkatlice
gözden geçirilmelidir. Ya anne ya bebek gibi, ikisinden birinin yaşamı söz
konusu olduğu durumlarda ancak doktorların özel müdahalesi ile kürtaja kadar
gitmek söz konusu olabilir. Ama tıp çok geliştiği için bu da nadir rastlanan
bir olay artık. Aksi takdirde kürtaj Allah’ın yaşamasını istediği bir canı
yaşatmama konusunda insanın karar Allah’ın vermesi demek olur.
Kutsal
Kitab’ımızda açıkladığımız gibi Allah insanı kendi benzeyişinde yaratmıştır.
Allah insanı kendi yaratıcılığının, mükemmelliğinin güzel bir ifadesi olarak
yarattı. Her insan bu muhteşem yaradılıştan ötürü saygı görmeye layıktır. İnsan
yaşamı çok değerlidir. İster rahimde olsun, ister rahim dışında, insan yaşayan
bir can olarak değerlidir. Allah’ın yaradılış harikasıdır. Aynı şekilde doğada,
dünya da evren de Allah’ındır. Bir bebeğin sakat olmasına rağmen, bizim bu
çocuğun hayatına son vermemize hiç hakkımız yoktur. Sadece Allah hayat verir ve
alır.
4. İNANLININ SORUMLULUĞU
a) Henüz doğmamış yaşamı
koruyalım
Bizler doğmamış bir yaşama normal olarak yer yüzünde yaşayan insana
gösterdiğimiz saygı kadar saygı göstermeliyiz. Allah’ımız bütün insanlarla ayrı
ayrı ilgilenmekte ve bütün insanlara ayrı ayrı özen göstermektedir. Özellikle
güçsüz kuvvetsiz olan, dayanacak bir dalı bulunmayan, korunmasız olan yaşamlar
O’nun en büyük ilgi odağıdır. Kutsal Kitab’a baktığımızda Allah’ın toplumun
içinde kimsesizler, yoksullar, dullar, fakirler, hastalar gibi korunmasız
kişiler üzerine özellikle baktığını görmekteyiz. Bu tarz kişilerin korunması,
yardım görmesi, bakılması için buyruklarıyla inanlıları seferber etmektedir.
Durum
böyleyken kendisini koruyamayacak ve savunamayacak durumda olan böylesine küçük
bir varlığa nasıl eziyet edebilir, onun yaşam hakkını elinden alabiliriz?
Kendisini savunacak durumu bile yoktur. Bu henüz dünyaya gelmemiş bebekler
korunmayı yalnızca toplumdan beklemektedirler. Eğer biz kürtaja karşı diretmez
ve konuşmazsak onlar için konuşacak başka hiç kimse olmayacaktır. Onların tek
yardımcıları Yaratıcımız, buyruklarına göre yaşamaya çalışan inanlılar ve akıl
sahibi duyguları olan insanlardan başkası değildir.
b) Yaşamın kutsallığı olan Allah’ın
gerçeğini öğretelim
Allah’ın yaşama nedenli önem verdiğini, O’nun yaşama bakış açısını açıkça
öğretmemiz gerekmektedir. İster doğmuş olsun ister doğmamış olsun Allah yaşama
daha döllenme anından itibaren değer vermektedir. İnandığımız, dünya ve
insanlık için bu denli önemli konular hakkında suskun kalmamız mümkün değildir.
Kutsal Yazılar insan yaşamı konusunda oldukça belirgin ifadelerde bulunmaktadır.
Rab Mesih İsa’ya iman etmiş değerli yazarlardan Dr. Richard Pratt da “Designed for Dignity” isimli kitabında Allah’ın insanı kendi
benzeyişinde yaratma ayrıcalığını ve verdiği değeri çok güzel bir biçimde
aktarmaktadır. Bizim yapacağımız bu inandığımız ve bildiğimiz gerçeği
başkalarına aktarmaktır. Rahim içindeki değer rahim dışındaki değerden farklı
değildir. Çünkü o bir insanın başlangıcıdır. Canlıdır. Onu öldürmek yaşayan bir
insanı öldürmekle eş değerdedir. Bizim değerlerimize göre kürtajı haklı çıkarmak
mümkün gibi görülse de birde olayı Allah’ın bakışı açısından değerlendirmek
gerekir. Buna bir de Allah’ın istediği ahlak anlayışı eklenirse durum daha
netleşecektir.
c) Kürtajın haklılığı konusundaki mantığı
çürütmeliyiz
İnsanlara elimizden geldiği kadar kürtajın alıp götürdüklerini anlatmamız
gerekmektedir. Hem bebek için hem de anne için ne denli olumsuz sonuçları
olduğunu tekrar ve tekrar haykırmamız gerekmektedir. Bu fiziksel ve ruhsal
anlamda olabileceği gibi her iki anlamda da olabilir. Bazen bu tartışmalar bizi
kendi içine çekebilir. Verdiğimiz cevapların aslında duygusal ya da içsel
olmadığını, aksine gerçekten akıl ve mantığın cevapları olduğundan, akıllı ve
mantıklı cevap vermek gerekmektedir. Böylesine bir olay Allah’ın benzeyişini
derinden zedelemekte ve O’nun yaratıcılığına resmen saldırıda bulunmak anlamını
taşımaktadır. Bu durum Allah’ı hiç hoşnut etmez.
Kürtaj yaptıran kişileri savunmak için
kullanılan ifadelerden bazılarına bakalım:
i) Hiç kimse kürtaj karşıtı görüşlerini başkalarına zorla kabul ettiremez: Her yasa ya da ahlak durumu sonuç olarak bir mantığa, felsefeye ya da Allah
temeline dayanmaktadır. Burada esas soru karşı çıkış temelimizin kime değil
neye dayandığıdır. Bu temel tamamen Allah’ın görüşüdür. Allah’ın
kabullenmediğini insanlarının kabullenmesi Allah’a isyandan başka bir şey
değildir.
ii) Kürtaja karşı olanlar anneye ya da bebeğe bakabilecekler mi? Burada kürtaja karşı olanlara karşı tam bir saldırı görülmektedir. Bir
başkasının sorumsuzluğu kürtaja karşı olan kişinin üzerine atılmaya
çalışılmaktadır. Böyle bir mantık esas konudan bir uzaklaşmadır. Şöyle bir soru
sorulmaya çalışılmaktadır: “Kürtaja karşı olan kişi, kürtaj
yaptırmaktan vazgeçen kişinin sorunlarını paylaşıp paylaşmayacağıdır.” Ama aslında bu yanlış olarak sorulan bir sorudur. Esas sorulması gereken “Doğmamış ve kendini henüz savunamayan bir insan yavrusunun canını alma
yetkisine kimin sahip olduğudur.” Ama bu tarz
tartışmalarda birçok şeyden hak ve adaleti öne süren kişiler birden bire farklı
yönde hareket etmektedirler. Kaldı ki, birçok inanlılar ve aklı başında
insanlar anneleri kürtaj yaptırmaktan alıkoymak için ellerinden geleni yapmaya
da hazırdırlar. Bunların örnekleri saymakla bitmez. Bu gibi durumlar bize
merhamete ve yardıma olan gereksinimin ne denli çok olduğunu gösterir.
iii) Kürtajı yasa dışı bırakmak zenginin parasına göre yurt dışında lüks
hastanelerde bu işlemi yaptırmasına, yoksulunsa arka sokaklarda pis yerlerde ve
yaşamını tehlikeye atarak bu işlemi yaptırmasına yol açacaktır. Sonuçları ise
çok kötü olacaktır: Biz kürtajın insan öldürmek olduğunu
söylüyoruz. Hem anneyi hem de yeni bir yaşamı korumasından bahsediyoruz.
Kürtajın yapılmaması zaten birçok riski kendiliğinden ortadan kaldırıyor.
Kürtajın yasal olması ancak öldürme işleminin emin ellerde yapılmasından öte
bir eşitlik ya da sosyal adalet getirmiyor. Aksine yaşama tecavüzün daha
yaygınlaşmasına neden oluyor.
iv) Bir kadının kendi bedeni üzerinde kendi hakkı olmalıdır. Eğer bebek
doğurmak istiyorsa doğurmalı, bebek aldırmak istiyorsa da aldırmalıdır: Bu oldukça tutarsız bir görüştür. Bugün dünyanın birçok yerinde bebek
aldırılmaktadır. Bunlardan bazıları kız bazıları erkek bebeklerdir. Peki, bu
kız bebeklerin kendi bedenleri üzerinde hakları yok mudur? Ya da erkek
bebeklerin! Hiç kuşkusuz bir kadının kendi bedeni üzerinde yalnızca kendi hakkı
vardır. Bu bir erkek içinde aynıdır. Hamile kalma ya da kalmama konusunda kendi
karar verecektir. Ama bu karar verme durumu döllenme olayının olmasından önce olmalıdır.
Döllenme işlemi olduktan sonra artık Allah bir yaşamın şekillenmesini
sağlamıştır. O yaşayan bir candır.
Yapılan kürtajların pek çoğu evli olmayan
kadınlarda gerçekleştirilir. Eğer bir kadın evlilik öncesi cinsel ilişkiye
giremezse, istenmeyen bir hamilelikle karşı karşıya kalmaz. Bu hem kadın hem
erkek için ahlakı ölçütü yüksek olan bir kanundur. Bir erkek her zaman evli
olmayan kız arkadaşının cinsel ilişkiye girmeme hakkına saygı göstermelidir.
v) Doğan her bir çocuk isteyerek doğurulan çocuk olmalıdır: Burada söylenilmek istenilen, istenilmeyen çocuğun doğum hakkının
olmadığıdır. Bu zaten bütün bu tartışmalarımızdan sonra anlamını yitirmiştir.
Allah’ın yaşama verdiği değer, insan yaşamına gösterilmesi gereken saygı gibi
hiç bir değerle bu ifade bağdaşmamaktadır.
d) Anne ve baba adaylarına henüz dünyaya gelmemiş bir yaşamdan kendilerinin
sorumlu olduğunu öğretelim
Bebekleri karınlarında taşıyan anneleri olduğu için genelde çocukla ilgili
sorumluluk anlayışı sadece annelere yüklenmek istenir. Oysa bu görüş tamamen
yanlıştır. Doğmamış bebek için de, doğan bebek için de sorumlu hem anne hem de
babadır. Evlilik içi cinsel ilişki Allah’ın ailelere verdiği en güzel
lütuflardan biridir. İlişkiyi getiren birlikte atılan adımlardır. Evlilik içi
cinselliğin, ilişkinin getirdiği sonuçlarda birlikte karşılanmalıdır.
Birçok
kürtaj istenmeyen hamileliklerin sonucudur. İstenmeyen hamilelikler ise
yanlışların sonucu. Bunların başında özellikle kendi kendini kontrol edememe
olayı vardır (özellikle kendi davranışlarının trajik sonuçlarından kaçmaya
çalışan erkekler de). Bazı durumlarda ise korunma için gereken özenin
gösterilmemesi yani sorumsuzluk başrolde yerini almaktadır. Bu nedenle henüz
doğmamış bebeği kürtaja göndermeden önce babaya da bu konuda ki sorumluluğu
iyice hatırlatılmalıdır. Eğer anne ve baba henüz çocuk sahibi olmak
istemiyorlarsa, o zaman onları kürtaj gibi kötü bir sonuca gitmeden önce nasıl
korunmaları gerektiği konusunda uyarmak ve bu korunma yöntemlerini onlara
öğretmek ya da öğrenecekleri yolları göstermek gerekir. Özellikle döllenmeyi
engelleyen yöntemleri döllenmiş yumurtayı yok eden yöntemleri olmamalıdır.
Çocuk sahibi olmak ya da olmamak için tartışılacak zaman döllenme olmadan
önceki zaman olmalıdır.
e) Cinsellik ve gebeliği önleme konusunda öğretim verelim
Bu konuya ilişkin geniş
bilgileri diğer bölümlerimize bakarak edinebilirsiniz.
f) İhtiyaç içinde olanlara yardımcı olmalıyız
Bir yandan kürtajı engellemek için elimizden geleni yaparken diğer taraftan
kürtaj yaptırmamaları nedeni ile kendilerini birçok sorunlar bekleyen insanlara
yardım elini uzatmamak büyük bir acımasızlık ve aynı zamanda ikiyüzlülük olur.
Kürtajın bir insan hayatını yok etmek olduğunu öğretirken, diğer taraftan zor
koşullar altında dünyaya gelecek bir insana ve annesine sağlıklı bir ortam
içinde yaşama şans vermek için mücadele etmemek mümkün değildir. Bu konuda
kürtaj kararından dönüp bebeğini dünyaya getirmeye karar veren annenin yanında
olmak gerekmektedir. Onun gereksinimi olacak desteği sağlayabilmek için
sorumluluk bize düşmektedir. Her şeyden önce böyle bir durumda anneye ve bebeğe
nasıl yardımcı olacağımız konusunda bilgi sahibi olmamız gerekmektedir.
Daha
önce de tartıştığımız gibi kürtaja götüren sebepleri alt alta sıraladığımızda
uzun bir tablo ile karşılaşmak mümkündür. Ama bunların başında yoksulluk ve evlilik
dışı ilişkiler de yer almaktadır. Diğer taraftan çocuk istedikleri halde bir
türlü bu arzularına kavuşamayan aileler de evlatlık edinmek için yollar arayıp
durmaktadırlar. Kürtajın karşısında yer alan bizler o zaman bu iki ucu bir
araya getirme gibi bir sorumluluğu yüklenmek durumundayız. Özellikle kiliseler
yalnız inanç konularında etkin olmak değil aynı zamanda bu gibi sosyal yaralara
da çare olmak zorundadırlar. Bir takım sosyal hizmet birimleri kurarak kürtaj
fikrinin karşısına büyük bir dağ gibi dikilmelidirler. Özellikle fakirlik
nedeni ile kürtaja yönelenlere sosyal yardımlaşma birimleriyle destek olmalı ve
bu yavruların yaşamasına yardımcı olmalıdırlar.
Bütün bu
işler söylemek için kolay ama uygulamada oldukça zor işlerdir. Ama bu
hizmetlere kalkışırken her bir saniyede bir bebeğin kürtaj ile yok olduğu bir
dünyada yaşadığımızı düşünmek gerekmektedir.
SONUÇ
Bir inanlı kürtajı nasıl değerlendirir? Kutsal Kitap’tan edindiğimiz
bilgiler bize, Allah’ın döllenmiş insan yumurtasını yaşayan bir can olarak
kabul ettiğini söylemektedir. Allah gözünde yaşayan her bir can çok önemli ve
değerlidir. Allah’ın insana verdiği bu değer daha insanın döllenme anından
başlamaktadır. Eğer Allah insana daha cenin halinde iken değer veriyorsa, O’nun
yarattığı insanlar olan bizler henüz doğmamış insan yavrusuna da aynı değeri
vermemiz gerekmektedir.
Bu
konuyu ele aldığımızda oldukça hassas davranmamız gerekmektedir. Çünkü
etrafımızda bulunan bazı insanlar belki hiç düşünmeden kürtajla karşı karşıya
kalmışlardır. Biz bu konuda onları bilgilendirirken anladıkları gerçek onları
yıkabilir. Bu nedenle üzerinde hiç düşünülmeden yapılan kürtaj için Allah önüne
gelinmelidir. Allah önünde bilinmeden işlenen bu büyük günahı itiraf etmeli ve
Allah’ın o muhteşem bağışlamasına ve acımasına sığınılmalıdır. Yürekten Allah’a
edilen tövbe ve dönüş O’nun Kutsal Ruh’unun esenlik vermesi ile bilmeden kürtaj
yaptırmış olan kişiyi yepyeni bir yaşama kavuşturacaktır.
Devlet
müsaadesi ile kürtaj yapılabildiğine göre biz Rab İsa’ya iman eden
Hıristiyanlar olarak ne yapacağız? Bizim yapacağımız kürtajın ne denli ciddi
bir sorun olduğunu tekrar ve tekrar kiliselerimizdeki cemaatlere aktarıp
durmaktır. Doğmamış bir bebeğin de hakları olduğunu, Allah gözünde değerli bir
can olduğunu anlatmamız çok önemlidir. Allah bu konuda önümüze yeterli fırsat
çıkaracaktır. Kilisemiz dışında da tanıdıklarımızı bu konuda aydınlatmak adeta
boynumuza bir borçtur.
Diyelim
ki, bir imanlı bayan istenmeyen bir biçimde tecavüz gibi acı bir durumla
karşılaştı ve hamile kaldı. İmanlı olmayan ailesi bebeğin kürtajla alınması
taraftarı. Bu durumda biz ne yapabiliriz?
Bu
durumda da bizim tavrımız değişecek değildir. Çünkü amacımız Allah’ın yarattığı
ve dünyaya hazırlamak için anne karnına ördüğü o nadide yaratık insanı
yaşatmaktır. Bu nedenle rahme düşmüş bebek doğmalı ve anne de bu durumdan en az
yara alarak kurtulmalıdır.
DOĞUM KONTROL
Başlangıçta Allah insanlığa çoğalmasını buyurdu:
“Ve
Allah onları mübarek kıldı; ve Allah onlara dedi: Semereli olun, ve çoğalın, ve
yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın; ve denizin balıklarına, ve göklerin
kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hakim olun.” Yaratılış. 1:28
Kutsal Yazılar’daki bu ayetten de
anlaşılacağı üzere Allah’ın bakış açısına göre çocuklar bereket ve Allah
tarafından verilen değerli armağandır:
“İşte, çocuklar Rab’den mirastır; Rahmin
semeresi mükafattır.Yiğidin elinde oklar ne ise, gençlik çocukları da öyledir.
Ok kılıfı onlarla dolu olan adama ne mutlu! Düşmanları ile kapıda söyleşirken
Utanca düşmezler.”Mez. 127:35
Doğum
kontrolü dediğimiz zaman başta Roma Katolik Kilisesi olmak üzere bazı
Hıristiyanların bu konuda zıt yerler aldığını görüyoruz. Doğal olan neyse onun
olmasını ve bu doğal yolla yaşamın sürdürülmesini savunmaktadırlar. Hiç
kuşkusuz bu konuda Allah’ın buyruklarına karşı gelmeden doğal olarak evlilik
ilişkisi içinde çocuk edinilmesi ve bu çocukların büyütülmesi hepimizin aynı
fikirde olduğu bir durumdur. Ailede evlilik ilişkisinden doğan çocuk gerçekten
Allah’ın büyük bir bereketlemesidir. Mesih İsa’ya iman etmiş bütün
Hıristiyanlar bu konuya saygıyla bakmaktadırlar. Bunda bir kuşku yoktur. Ama
acaba doğum kontrolü Hıristiyan ahlakı açısından yanlış mıdır? Ahlak dışı
olarak mı değerlendirilmelidir?
Genellikle doğum kontroluna karşı Protestan teologların bakışı olumludur, ama
Katolik teologların bakışı olumsuz. Aslında bakacak olursak doğum kontrolünü
Hıristiyan ahlakı açısından yanlış olarak değerlendirebileceğimiz bir neden
bulunmamaktadır. Burada önemli olan bu
işlemin, yani doğum kontrolünün yumurtanın döllenmesine engel olma anlamında
algılanmasıdır. Yukarıda gördüğümüz gibi bir Hıristiyan açısından döllenmiş bir
yumurta için artık hiçbir müdahale yapılamaz, çünkü bu döllenmiş yumurta bir insandır.
Bu Allah’ın buyruklarıyla yasaklanmıştır. Ama spermle yumurtanın bir araya
gelmesini engellemenin yanlış olduğunu belirleyen herhangi bir buyruk
bulunmamaktadır. Dediğimiz gibi döllenmiş yumurtayı herhangi bir yolla yok
etmeye kalkmak, işte esas kabul edilmesi mümkün olmayan budur. Yaşam başladığı
için bu adeta bir erken kürtajdır. Yukarıda işlediğimiz
konuda belirttiğimiz gibi biz Rab İsa’ya yürekten iman etmiş Hıristiyanlar,
kürtajı doğum kontrol yöntemi olarak kabul etmediğimizi üstüne basa basa
söylemiştik. O zaman doğum kontrolü dediğimizde başka yöntemler var. Bu
yöntemlerin hangisi Hıristiyan ahlakı açısından uygundur. Her şeyden önemlisi
Kutsal Kitab’a, Allah’ın buyruklarına uygun olması önemlidir.
ÖNEMLİ NOT
Birinci: Bu bölümde inceleyeceğimiz doğum kontrol
yöntemlerini yalnızca Hıristiyan ahlakı açısından inceleyeceğiz. Bu yöntemlerin
uygulama ve ayrıntıları için en güzel başvuru yeri kendi doktorlarınız
olacaktır. Bizler tıbbi açıdan görüş bildirme yetkisinde değiliz.
İkinci: Biz doğum kontrol yöntemlerinden
bahsederken bunun yalnızca evlilik içi cinsel ilişkiler açısından ele alıyoruz.
Zaten inancımıza göre evlilik dışı ilişkiler söz konusu bile değildir. Kutsal
Kitap’ta temel bulmuş imanımız için cinsellik ancak evlilik kurumu ile
geçerlidir. Evlilik dışı ilişkiler
için doğum kontrolüne gitmek gibi konular tamamen Kutsal Yazıların dışında ve
Allah buyruğuna aykırıdır.
1. DOĞAL YÖNTEMLER
Doğal
yöntem dediğimizde ilişki sırasında herhangi bir dış yöntemin, ilacın ya da
aracın kullanılmadığı yöntemdir:
Geri Çekme yöntemi: Bu yöntemde ilişki sırasında boşalma
olayının gerçekleşmesinden önce erkeğin vajinadan dışarıya çıkmasıdır.
Böylelikle erkeğin spermlerinin kadının yumurtaları ile buluşması doğrudan
önlenmiş olmaktadır.
Bu
yöntemle hamile kalma riski ortadan kaldırılmış olur, aynı zamanda ahlak
açısından da bir sorun yoktur. Herhangi bir ilaç alınmadığı için risk taşımaz,
herhangi bir ekonomik yük de getirmez. Bütün bu olumlulukları yanında en büyük
olumsuzluğu hala hamile kalma riskinin %25 olmasıdır. Bu yöntemde yük tamamen erkeğin
omuzları üzerindedir. Erkeğin kendini çok iyi kontrol edebilmesi ve bir
disiplin içinde olması gerekir.
Ritim yöntemi: Bu yönteme göre kadın kendi vücut ölçüsüne
ve vajina salgılamasına göre adet/aybaşı dönemini belirler. Bir ay zarfında
kadının hamile kalma olasılığının bulunmadığı dönemler vardır. Bu tarz bir
izleme ile kendi yumurtlama döneminin yani hamile kalma olasılığının olduğu
dönemin ne zaman olduğunu tespit edebilir. Bu özellikle adet kanamaları düzenli
olan hanımlar için oldukça etkin bir yöntemdir. Örneğin her 28 günde bir
kanaması gerçekleşen bir kadın için genelde yumurtlama günü 14 gündür. 30 günde
bir kanaması olan için ise 15 gündür. Böylesine düzenli adet kanamasına sahip
olan kadınlar için korunması gereken günler adetin ilk gününden itibaren saymak
kaydıyla 12 ile 16 günler arasındadır. Bu günlerde sperm hücrelerinden korunmak
doğal olarak hamile kalınmamasını sağlayacaktır. Bu doğal korunma yönteminin
ahlak açısından bir sakıncası olmadığı gibi, hiçbir harcamayı da gerektirmez. Tıbbi
herhangi bir riski de bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra her kadında düzenli adet
kanaması olmayabilir. Vücut ısısını izlemek ya da vajina salgılarını kontrol
edip yumurtlama gününün yakın olup olmadığını kestirebilmek de bazen kesin
olmayabilir ve doğum kontrol yöntem olarak %100 garanti veremez.
2. ENGEL YÖNTEMİ
Erkek spermlerinin dişi yumurtalarına
ulaşmasını engellemek için bir plastik engelin kullanıldığı yönteme engel
yöntemi diyebiliriz. Bu genelde iki şekildedir:
Prezervatif: Bu plastik kılıf ilişki esnasında erkek
tarafından kullanılır. Bu tarz doğum kontrol yönteminin ahlak açısından bir
sakıncası bulunmamaktadır. Prezervatifin kullanımı erkeğin sorumluluğudur.
Hiçbir tıbbi riski bulunmayan bu yöntem en uygun doğum kontrol yöntemlerinden biridir.
Hamile kalmayı engelleme açısından %90 başarı elde edilen bir yöntemdir.
Diyafram: Bu plastik engel ise kadın tarafından
kullanılmaktadır. Erkek spermlerinin kadın yumurtalarına ulaşımını engelleyen
yöntemlerden biridir. Diyafram kullanırken sperm öldüren bir merhem
kullanılması gerek. Diyaframın kullanımında da doğum kontrolü açısından başarı
oranı oldukça yüksektir. Ahlakı açıdan da bir sorun teşkil etmemektedir.
3. SPİRAL / İUD
Spiral kadının uterusuna takılan bir
alettir. Bu yöntem döllenmiş yumurtanın uterusa tutunarak orada büyümesini
engellemektedir. Çok kullanılan bir yöntem olmakla birlikte Hıristiyan ahlakı
açısından uygun bir yöntem değildir. Çünkü döllenmiş yumurtanın uterusa
tutunmasını engellemektedir. Kısacası yaşam yoluna çıkmış bir insan oğlunun
yaşama tutunmasına engel olmakta, onun ölümüne neden olmaktadır. Bu nedenle
erken kürtaj olarak değerlendirilebilir.
4. İLAÇLAR
Günümüz dünyasında doğum kontrolü için en
yaygın olarak kullanılan yöntem ilaç yöntemidir. Aslında pek çok çeşit vardır.
Burada farklı işlev gören iki ayrı ilaçtan bahsedeceğiz.
Gebeliği önleyen normal ilaçlar: Bu ilaçların amacı dişi
yumurtanın üretimini engellemektir. Eğer ortalıkta herhangi bir dişi yumurta
yoksa doğal olarak erkek spermi bu yumurtayı dölleyemez. Bu yöntem döllenmiş
yumurtayı yok etmediği için Hıristiyan ahlakı açısından sorun teşkil etmez.
Oldukça yaygın bir yöntemdir. İlaçlar sürekli kullanım gerektirdiği için
ekonomik açıdan pahalı olabilir.
Her ne kadar kullanımı kolay ve gebeliği
önleme açısından başarılı bir yöntem olsa da sürekli ilaç kullanımının
getireceği bazı yan etkiler söz konusu olabilir. Gebeliği önleyen normal
ilaçlar arasında enjekte yolu ile alınabilenleri de vardır.
“Sabah sonrası” ilaçları: Bu ilaç genelde ilişkiye girildikten ve
kadının gebe kalma kuşkusu duyması sonrası alınan ilaçlardır. Bu tür ilaçlar
imanlı bir Hıristiyan için kullanılmaması gereken ilaçlardır. Çünkü bu tür
ilaçların kullanımı döllenmiş yumurtayı yok etmek içindir. Başlamış bir yaşamı
ortadan kaldırır.
5. KISIRLAŞTIRMA
Bu kadın ya da erkeğin küçük bir
operasyona tabi tutulması yolu ile olur. Kadınlar için, fallopi tüplerinin
kapatılması şeklindedir. Bu tüpler dişi yumurtalarının dışarıya çıkmasını
sağlayan tüplerdir. Erkekler için olan operasyona Vasektomi denmektedir. Bunda
da erkek spermlerinin dışarıya çıkmasını sağlayan tüpler kesilip
bağlanmaktadır.
Her iki işlem de hem çok pahalı olmayan
hem de oldukça iyi sonuç veren işlemlerdir, (başarı oranı %95). Hiçbir zararı
olmadığı ve döllenmiş yumurtayı öldürmediği için, bazı Hıristiyanlara göre
Hıristiyan ahlakı açısından bir sakıncası yoktur. Ama bazı Hıristiyanlara göre
kısırlaştırma Allah’ın insanoğluna verdiği buyruğuna karşı bir yöntemdir.
Bir çift böyle bir yöntem kullanmayı
seçerse, çok dikkat etmeleri lazım. Bu işlemi yaptırmadan önce de karı ve
kocanın çok iyi düşünmesi ve bilgi alması gerekmektedir. Yeniden çocuk
istemeleri söz konusu olduğunda çok az bir şansa sahip olacaklar. Ne kadının ne
erkeğin kısırlaştırma ameliyatının fiziksel yan etkileri yoktur. Fakat bazen
zihinsel yan etkisi olabilir. Yani, henüz genç olan kadının ya da erkeğin hiç
bir zaman bir daha çocuk sahibi olmayacağı düşüncesi üzüntüye ve pişmanlığa yol
açabilir.
SONUÇ
Karı ve kocanın geniş bir aileye sahip
olmak istememesi için artık günümüzde birçok neden bulunmaktadır. Bu nedenlerin
başında ekonomi gelmektedir. Çocukların bakımı, yiyeceği, giyeceği eğitimi
oldukça pahalıdır. Dünya üzerinde birçok ülke de nüfus çokluğu problemi vardır.
Özellikle bu ülkelerin büyük kentlerinde artık nefes alacak yer kalmamış
gibidir. Bu durumu gören anne ve baba kendi çocuklarının ızdırap çekmesinden
çekindikleri için çocuk yapmama kararı verebilirler. Ayrıca sağlık sorunları da
çocuk edinmeme nedenlerinden biri olabilir. Örneğin: bir ailenin üç çocuğu
vardır ve üçü de sezaryenle olmuştur. Bu durumda dördüncü bir çocuğun dünyaya
gelmesi anne sağlığı açısından bir risk taşıyabilir. Bu ve benzeri nedenleri
ard arda sıralamak çok zor değildir. Yukarıda saydığımız nedenler doğrultusunda
doğum kontrolünü Hıristiyan ahlakı açısından sakıncalı saymak oldukça yanlış
olacaktır. Ama en önemlisi doğum kontrolünün Allah buyruklarına aykırı
yöntemler kullanılarak yapılmamasıdır. Allah’ın özenerek rahimde örmeğe
başladığı insanoğlunun ölümü ile sonuçlanacak bir doğum kontrolü değil,
döllenmenin gerçekleşmesini engelleyebilecek doğum kontrolü Hıristiyan ahlakına
uygun bir karardır. Kısacası doğum kontrolü için şu standartlar göz önünde
bulundurulmalıdır:
i) İmanlı Hıristiyan karı koca ne çeşit bir
doğum kontrolü uygulayacakları konusunda birlikte oturup dua ederek bir yöntem
üzerinde karar vermelidirler. Bunu birlikte yapmalıdırlar. Bu konuda her ikisi
de aynı derecede sorumludurlar. Seçtikleri yöntem ahlak açısından tartışmaya
açık olmalıdır.
ii) Böyle bir yöntem seçimi ve uygulanması
yalnızca evlilik kurumu içinde söz konusudur. Allah’ın buyruklarına göre Kutsal
Kitap ve Kutsal Kitap üzerinde temelleşmiş Hıristiyan ahlakı açısından evlilik
dışı cinsel ilişki söz konusu bile edilemez. Doğal olarak bu tarz yöntemler
uygulama dışı kalmaktadır.
iii) Evlenme yoluna çıkmış olan genç imanlı
Hıristiyanların eğitim kendi kilise önderlerince üstlenilmeli ve bütün bu
konularda imanlı gençler aydınlatılmalıdır. Gençler bu gibi konuları Allah’ı
hoşnut etmek gibi amaçları olmayan kişilerden öğrenmemelidirler. Çünkü Rab
İsa’da kurtuluş bulmuş bir Hıristiyan için yaşayış ibadettir. Eğer evlilik
içinde çiftlerin birbirinden zevk alması Yaradan’ı ve Kurtaranı hoşnut etme
anlayışıyla yapılıyorsa, çok daha derin bir anlayış kazanılır. Bu konuda
önderlere büyük sorumluluk düşmektedir. Yanlış bilgilendirme yanlış sonuçlara
neden olur. Bu nedenle evliliği bilen kilise önderlerinin bu konularda
aydınlatıcı birer rehber olması gelecekteki aileyi daha sağlıklı kılacaktır.
Yanlış bilgilendirilmiş gençler sonuçta herkesi sıkıntıya sokacak durumlarla
yüz yüze gelebilirler.
iv) Korunma konusunda bilgilendirildikleri
halde gebe kalan evli çifte iki konu hatırlatılmalıdır: Birinci: evli bir çiftin çocuk sahibi olması ne
yanlış ne de ahlaksızlıktır. Aynı zamanda her çocuk Allah’ın ailelere sunduğu
bir armağan, bir berekettir.İkinci: herhangi bir nedenden ötürü aile içinde kalamayacak bir çocuksa (tecavüz
gibi bir olaydan ötürü doğacak çocuk gibi) böyle bir yavruyu yetiştirmek için
can atan, ona bütün sevgilerini vermeye hazır olan Mesih İsa’da Hıristiyan bir
aileye bu çocuğu vermek Hıristiyan ahlakı açısından bir sakınca teşkil
etmemektedir.
v) Bu konular hakkında evlenecek kişilere
önderlerin konuşması, evlenecek çiftlerin saydığı ve sevdiği imanlı
büyüklerinin kendileriyle konuşması ya da karı kocanın birbirleri ile konuşması
ihmal edilmemelidir. Bu konu ihmal edildiği takdirde gençler başka kişilere
gidecek ve dünyanın Allah’ı hoşnut etmeyi düşünmeksizin oluşturduğu birçok
sistemden yanlış bir şeyler öğreneceklerdir. Bundan sonra bu kişilerin insan
yaşamına verdikleri önem tartışılabilir.
Evliliğin amacı yalnızca çocuk sahibi
olmak değildir. Tekvin 1:28’de üreme aynı zamanda başka şeylerle de bir denge
oluşturmaktadır. Örneğin: bazen Allah’ın çağrısına olan sadakat, bağlılık hem
evlilikten hem de çocuk sahibi olmaktan öne geçebilir.
Bütün bunlarabaktığımızda yalnızca çocuk üretmeyi amaçlayan ilahi bir çağrı altında
olmadığımızı görebiliriz. Besleyebileceğimiz, gereken dikkati verebileceğimiz,
öğretebileceğimiz ve sevgimizi paylaşabileceğimiz çocuklar yetiştirmek esas
olandır. Örneğin: Anadolu’muzda birçok çocuğa sahip aileler bulunmaktadır. Bir
televizyon programında birçok çocuğa sahip bir babaya çocuklarını göstererek
isimlerini söylemesini istemişlerdi. Baba bazılarını hatırladı ama bazılarının
isimlerini bile hatırlayamadı. Çocuklara en çok neyi özledikleri sorulduğunda
ise anne ve babalarının şefkatini arzuladıklarını söylemişlerdi. Allah’ın
istediği, sadece kuru bir çokluk değil, Allah’ın istemi doğrultusunda
yetiştirilebilecek evlatlardan oluşan bir ailedir. Bunun yanı sıra, batıda ve
aynı zamanda Türkiye’de büyük şehirlerde, çocuklar açısından tam tersi bir
tutuma rastlanır. Pek çok çağdaş aile tek çocuk sahibi olmak ister, çünkü daha
fazla çocuk sahibi olmanın kariyer planlarını, rahat yaşam standartlarını ve
bencil hayat tarzlarını etkileyeceğini düşünürler. “Bir daha yapmayalım” derler ve daha çok çocuk olursa bunu ceza
ya da zahmet olarak görürler. Çocuklara yönelik hem “bir daha yapmayalım” hem de Anadolu’daki “kuru bir çokluk” fikri yanlıştır. Çocuklar her zaman Allah
tarafından bahsedilen bir bereket olarak görülmelidirler.
İşte böyle bir aile Allah buyruklarına
karşı gelmeyip doğum kontrol yöntemlerinden birini seçerek aynı zamanda
başkaları için güzel bir tanıklık yapmış olacaktır. Dünya imanlı ailelerin
yaşamında Yaratan Yüce Allah’ın insan yaşamına verdiği değeri
gözlemleyebilecektir.
|